KENDİMİZİ YOK SAYIYORUZ


Filiz BAHÇIVAN YAZIYOR...
111
 
 


Genellikle geceleri yazıyorum okuduğunuz satırları; gece yarısı sonrası, sabaha karşı. Heryer sessiz ve uykudayken insanlar. Hafta boyunca zihnimi meşgul eden olaylar veya beni etkileyen yaşanmışlıklardan esinlenerek.

Bu hafta Ülkemizde yaşanan olumsuz olayları, hatta ve hatta İstanbul'da yaşanan depremi bir kenara bırakıp, güzel iç açıcı bir yazı yazmak geçiyordu aklımda. Ancak geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir takım sağlık sorunlarını ve öncesinde beni bu duruma düşüren akılsızlığımı İbreti alem olur düşüncesiyle sizlerle paylaşmamın daha doğru olacağı kanaatına vardım.

Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş! Hah işte tam da öyle oldu.
Ne zaman olmuş, nasıl olmuş? hatırlamıyorum. Aylar öncesinden ayağımda çıkan nokta kadar bir yara başıma olmadık işler açtı.
İlk zamanlar küçük bir yaranın bana ne zararı olur?  gelir geçer düşüncesiyle hafife aldım.

Ancak ayağımdaki yara, her geçen gün biraz daha büyümeye ve şiddetli ağrılarla hayatımı olumsuz yönde etkilemeye başladı. Ağrı kesicilerle ayakta durmaya çalışıyor, Doktora gitmemek için de türlü bahaneler uyduruyordum.
En büyük bahanem ise, olur olmaz şeyleri kendine dert edinen ve bu nedenle tansiyonunu tavan yapmayı başaran Annem”idi. Annem görür endişesi ile bir müddet yarayı kamufle ederek saklamayı başardım. Ta ki bir sabah uyandığımda ayağımın morardığını fark edene kadar. Aynı gün hiç vakit kaybetmeden doktora gittim.

Yapılan kan tahlillerinin, çekilen filmlerin, sonucunu beklerken çok şey vardı aklımda, sanki beynim çok pencereli bir oda. Pencerenin biri açılıyor, biri kapanıyordu, ardı ardına. Sorular, cevaplar, henüz sorulmamışlar ve cevaplanmamışlar. O kargaşada, öylesine başımı kaldırdığımda, gülümseyerek bana doğru gelen doktorumu gördüm.

Doktorum, yapılan tüm tektiklerin temiz çıktığını, korkulacak bir durum olmadığını söyledi.
Ve konuşmasını hiç beklemediğim bir soruyla tamamladı. Nasıl bu kadar soğuk kanlı durabiliyorsun ve hiç mi kendini düşünmüyorsun?

Anlatsam anlar mıydı? anlardı belki de ama, soru tek yönlü bir soru değildi bana göre. Onlarca cevabı vardı ve ben çok yorgundum. Kapıya doğru yöneldim, doktoruma gülümsedim ve çıktım.

Ne düşündüğünüzü az çok tahmin edebiliyorum. Yaptığımı doğru bulmuyor ve hatta içten içe şiddetle kınıyorsunuz. Kendimi savunacak durumda değilim. Çünkü biliyorum ki, yerden göğe kadar haklısınız!
Ancak açık ve net söylüyorum. Ülkede bu düşünceye sahip, kendine bencil olan tek kişi ben değilim.

Olay budur arkadaşlar! Kendini sevemeyen bir toplumuz.
Evet çoğumuz hayatlarımızı başkalarının istek ve arzularına göre, herkesi mutlu etmeye çalışarak “harcarken” yaşamakla sorumlu olduğumuz kendi hayatımızı üçüncü, dördüncü sıraya koyuyoruz! Başa çektiklerimiz her kimse şöyle olur, böyle üzülür diye kendimizi kısıtlarken, “ben “in ne istediğini dinlemiyoruz. Kendimizi mutlu etmekten vazgeçmiş hayatlarımızda, başkalarını mutlu etmek için büyük çaba sarf ediyoruz.

Başkalarının istek ve arzularını, kendimizinkilerden daha üstte tutuyoruz!
“Yok artık o kadar da değil” demeyin. Tam da o kadar. Kendimizi bildik bileli “yok onun için” “yok bunun için”lerle yaşamıyor muyuz? İçimizde kaç kişinin listesinde “önce ben” geliyor?

O senin büyüğün, kardeşin, sevgilin, kocan, karın, kızın, oğlun (bilmem nen) Peki ya sen? sen tam olarak listenin kaçıncı sırasındasın?
Sizi bilmem ama ben bugüne kadar listemde yoktum. Ve hiç olmadım. Kendimi sevmemenin acısını farklı şekillerde yaşadım. Ayağımda çıkan yara, hastane koridorunda ki, endişeli bekleyişim ve ölüm meleğinin farklı şekillerle önümden geçip gitmesi aklımı başıma getirdi.

Bugüne kadar hiç fark edemediğim değerimi anladım. Artık çok iyi biliyorum. Ben değerliyim.

Kendimle ilişkilerimi düzeltmem, kendimi sevmem zaman alacak belki ama en nihayetinde başaracağım.

Size de tavsiyem, kendinizi yok saymayın. Siz varsanız ve kendinizle mutluysanız sevdiklerinizde mutlu olacaktır!


Filiz Bahcıvan 



Tarih: 07.10.2019 10:25