Bugun...
DEPREMİN ŞAKASI YOK


Filiz BAHÇIVAN YAZIYOR...
111
 
 
Bir kaç gündür kendimi boş bir çuval gibi hissediyorum. 
Bu hissi bir çoğunuz bilir aslında. Hani, taşıyamayız ağırlığımızı, minik bir kelebek konsa omuzumuza, altında kalacak ezilecek durumda hissettiğimiz. Bırakmak isteriz kendimizi boş bir çuvalmışcasına. 
Hani her şey üst üste gelir sanki haberleşmişcesine. 
 
 
Off sıkar da sıkar bir eller yüreğimizi. Ne ağlamak kafidir o anlarda, ne yorganın altına saklanmak. 
Ne yediğimiz yemeğin bir tadı vardır, ne de aldığımız nefeste bir huzur. 
 
Bir taraftan hadi toparlan deriz kendimize, bir tarafımız hiç istifini bozmaz.
Elin kolun iplerle bağlı gibidir. Ve ipleri çekiştiren onlarca hatta yüzlerce kişiler.
Yeter. gelmeyin üstüme.
Rahat bırakın beni!
Diye söyleniriz, ya içten içe, ya da çığlık çığlığa haykırmak isteriz tüm dünyaya!
Çünkü ziyadesiyle doluyuzdur.

Evet sevgili dostlarım!
İşte bu şekilde tıka basa doluyum. Doluyuz. 
Erzincan da meydana gelen deprem hepimizin canını çok fazla yaktı. Kime baksam gözleri dolu. Ağladı ağlayacak. 
Ben yazımı hazırlarken,Elaziğda'ki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 35 , yaralıların sayısı ise 1542 idi. Umarım bu sayı daha fazla artmaz. 
Siz de durumlar nasıl bilmiyorum ama, ben bir kaç gecedir uyuyamıyorum. Ne zaman ki  yatağıma uzanmaya kalksam, sanki bir el beni hırpayalayarak uyandıracak ve yataktan aşağıya atacak gibi bir hisle gözlerim açık sabah olmasını bekliyorum. 
Göçük altında kalan kardeşlerimizin sesi kulaklarımda çınlıyor. Kimse yok mu? Ve bu seslerle dalga geçen şeytan'nın müridleri geliyor gözlerimin önüne. Aynı anda hem üzülüyor, hem de sinirden delirecek gibi oluyorum. 
 
Oysa biz, kötü günlerde kenetlemeyi bilen bir toplum idik, bu coğrafyada yaşayan herkesin Türk, Kürt, Arap, vs herkesin sahip olduğu bir vasıftı bu özelliğimiz. Düşenin elinden tutmak, düşen her kim olursa olsun belini doğrultmayana kadar ona dirsek göstermemek, onu ayağa kaldırmak en bildik özelliklerimizin başında geliyordu. 
İnsanlar bu kadar nefretin ağırlığı altında nasıl oluyor da ezilmiyor? peki ya vicdan olmadan nasıl nefes alabiliyorlar? inanın aklım almıyor.
Karda, kışta sokaklarda kalan insanlar yürekleri yanıyor, sel oluyor gözyaşları. Kimi en yakınını kaybetmiş, kiminin evi barkı yıkılmış. Evlatlarını korumak isterken bir baba can vermiş. Bir aylık bebeğini yıkılan taşlardan korumak için bir anne bedenini siper etmiş. Ve tüm bu acılara rağmen alçakça yorumlar yapan vicdansızlar sosyal medya'da cirit atıyor. 
Yalan yanlış bilgiler paylaşanlardan tutun da, enkaz altında olduğunu söyleyerek yardım isteyenlere kadar pek çok "insanımsı" sosyal medyayı karıştırdı. Kimi ağız dolusu küfürler savurdu, kimi sözüm ona milliyetçi kimliğini kullanarak sevinç nidaları attı. 
 
Sanırım bu tür zavatlar kendilerine deprem'in uğramayacağını, depremden muaf olduklarını falan düşünüyorlardır. Bu densiziliğin başka bir açıklaması olamaz. 
 
Deprem'in şakası yok. 
Eğri oturup, doğru konuşalım. 
Uzmanlar ne diyor? Büyük depremi bekliyoruz. 
Deprem hocalarını dinlerken küçülüyoruz adeta nokta oluyoruz. Deprem peşimizde, hem de büyük olanı. Gelirse her yeri yıkacak yalnız İstanbul'da binlerce ölü olacakmış. Gel de korkma. 
Uzmanlar depreme karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini belirterek "Yarın olacakmış gibi hazır olmakta fayda var" diyerek bizleri uyarıyorlar.
 
İyi,güzel, tamam. Hazır olalım da ama, nasıl olacak bu iş? Vatandaş olarak depreme karşı koyma şansımız var mı? Yok. 
Yapıp, yapabileceğimiz tek şey oturup dua etmek. Zaten başka şansımızda yok. 
Yaşanan her deprem sonrası konuşmalara bakıyorum gerek hükümet ve gerekse muhalefet ve gerekse depremle ilgili akademisyenler: konuşuyorlar, tavsiyelerde bulunuyorlar, herkes birbirini bir noktada suçluyor, işlerini eksik buluyor! 
Evet inkar edilemez bir çok eksik var. 
Ama, en büyük eksik bizim milletçe bilgi ve davranış eksikliğimiz! 
Depremi yaşayana kadar ciddiye almıyoruz! Bu ne demek? Binalar yaparken çimentosunu, demirini hesaplamıyor ve belki de göz kararı yapıyoruz. Ruhsatta kolay alınabiliyor. demek ki? Belediyeler deprem konusunda zaten sınıfta kalmışlardır.  İstanbul'da 1999 depreminden sonra toplanma alanı olarak belirlenen 493 alan bugün yetmişlere, hatta altmışlara kadar düşmüş durumda. Ölsen bir dert, ölmesen başka dert. Herhalikarda eziyeti halk görecek. 
 
Her acı düştüğü yerde kalıyor! 
Depremle dalga geçenler, depremzedeler üzerinden rant sağlamaya çalışanlar, işini doğru yapamayanlar, demirden, kumdan çalan müteahhitler kısacası depremi kendinden uzak gören herkes, ama herkes bizler de dahil. Gerçek empati yapmalıyız. Sıcak odamızda, elimizde sıcak çay, sıcak yatağımızda oradaki insanlara üzülmek, hatta ağlamak empati değildir. 
 
Mesela sokağa çıkıp aç karnına, susuz, uykusuz ve sevdiklerimiz bir metre yanımızda yerin dibinde hayatta olup olmadıklarını bilmeden beklemeyi düşünmek: belki bir veya iki empati kurmak sayılabilir. 
Deprem kaderdir ama depremde ölmek kaderin dışında cüzi iradeyi kullanmanın, eğitimli olmamanın, tedbir almanın bile ne demek olduğunu bilmemenin bedelidir. 
Gözü doymayanlar yapar bebekler, kadınlar, mazlum ve masumlar bedel öder: ne yazık ki! 
 
Ülkemin ve bu ülkeyi ırk, dil ve din ayırımı gözetmeksizin seven herkesin başı sağ olsun, büyük geçmiş olsun. Rabbim ülkemizi bu tür afetlerden korusun.
Filiz Bahcıvan 




YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI